24 Mart 2017 Cuma

öyle bir on beş

geleceğe dönük isteklere hayal. geçmişe dönük isteklere ise keşke deniyor sanırım. belirli bir zandan öteye gidememe sebebim. her keşkenin içerisinde biraz hayal. ve geleceğe dair birçok hayalin  de içerisinde gizli keşkeler barındırması. hayal kurmasak keşke diyemeyiz belki. ya da keşke demek olmasa hayal kuracak gücü kendimizde bulamayız. hiç keşkesi olmayan biri ne diye hayal kursun. beklentilere sahip olabilir ancak. yahut. keşkeleri olan insanlar. bu defa. ile başlayarak daha güzel hayaller kurabilir. güzelden kastım ise hayale daha sıkı sarılmak. hayallerim olmasa ölürüm demeye getirmek. insan hayaline ne kadar yakınsa o kadar da güzelleşir. hayal. ne kadar kucaklaşır isen hayalinle. o kadar da ondan. terditli hayaller kurmaksa her basamakta bir miktar keşke ile karşılaşma sonucu doğuruyor. en azından benim açımdan. kademeli olayların. son raddeye gelene kadar. tadı kaçıyor. size içerisinde en ufak keşke barındırmayan bir hayal yazayım. bakalım nasıl olacak. 

on beş yaşımdayım. çok aşığım. şanslıyım. ama mevsimine göre şanslıyım. mevsimlerin ikiye ayrıldığı yıllardı. liseyi yatılı okulda okudum. öyle anlatmakla bitmez. neyse işte mevsimler okulda olduğum ve okulda olamadığım diye ikiye ayrılıyor. okulda olamayacağım bir mevsimin başıydı. on beşer yaşındayız. aşığız. aştide ağlıyoruz. çankayaya bakıyoruz. göz göze gelmemeye çalışıyoruz. utanmaktan değil de ağladığımızı göstermemek için. saate bakmaya korkuyoruz ikimiz de. neyse otobüs geliyor. son yarım saatimiz kalmış. biz sadece ağlıyor ve çankayaya bakıyoruz. seni seviyorum. kendine iyi bak. otobüse zor atıyorum kendimi. köşeme çekilip gözlerimi koluma bastırıyorum. daha çok ağzımı. sesim çıkmasın diye. el de sallıyoruz birbirimize. ihmal etmiyoruz. üç aylığına ayrılıyoruz. 

memlekete iniyorum. gözler şiş. anneme sarılıyorum. biraz daha iyi oluyorum. bir hafta evde yatıyorum. bir sabah kahvaltıda babam sana bir iş buldum yarın git başla diyor. aile tedbirli. bu çocuk okumaz en azından elinde bir mesleği olsun diye düşünüyor. hak veriyorum. işin ne olduğunu bile sormuyorum. sabah babamdan önce uyanıp beni işe bırakmasını bekliyorum. gülüyor. iş yerinin adresini söyleyip çıkıyor evden. ha bir de o yaz için son harçlığımı veriyor. hala ihmal etmez sağ olsun. sanayide torna işini öğrenmeye gidiyorum. ilk günden ellerim patlıyor üç beş yerden. sanayi ortamını da sevmiyorum fazla. akşam eve gelip işi bıraktığımı açıklıyorum. babam itiraz edecek gibi oluyor ama ellerimi görünce annemle göz göze geliyor. tamam diyorlar üç gün içinde kendine göre bir iş bul. ikinci gün bir manavda iş buluyorum. bir haftada işi kapıyorum. ustam dükkanı bana bırakıp gitmeye başlıyor. sonra sadece akşamları para almaya uğruyor. iki hafta sonra haftada bir mal getiriyor. arada da canı sıkılırsa uğruyor. mahallenin manavı oluyorum iki hafta içinde. bir aya kalmıyor herkes beni tanıyor. tam bir mahalle esnafı oluyorum. sabah kahvaltıda domates, biber benden. yumurtalar marketten. ekmekler fırından. tüpümüz de var çok şükür. menemenin en güzelini yiyoruz. öğle vakti fırındakiler en güzel şekilde pişiriyor artık neyimiz olursa. refik abimden gazetemi alıp sabah yedide açıyorum dükkanı. akşam on birde paydos. eve gittiğim gibi uyuyorum. sabah işçileri kaçırmamak için daha da erken açıyorum manavı. iyiden iyiye esnaf oluyorum. selam alıyorum. selam veriyorum. dükkanın önünde tavla oynamayı da ihmal etmiyoruz ustamla. yaz günü domates satmak çok zordur. bunu öğreniyorum iyice. sonra karpuz geliyor kamyonlarla. karpuzu tam hedefe atıyorum. şaşmaz. insanlar gelip izliyor bu olayı. filmlerden gördüysek demek ki. bir diğeri. çürümüş patates çok pis kokuyor. daha pis bir kokuyla karşılaşmadım henüz. ve tabii bir de ustam oldu. en ustasından. hala manava giderim. ben girince ustam dışarı çıkar. adaptandır. çırağın yanında ustası çalışmaz. tavlayı açar. sigarasını yakar. bir iki müşteri ile ilgilenirim. çayları kapar ustamın karşısına geçerim. sana her şeyi öğrettim ama şu tavlayı daha iyi öğrettim der. bu arada sayemde okumaya karar verdin demeyi de ihmal etmez. işte orada gözlerim dolar. susarım. haklıdır. ustadır. 

on altı saat çalışıyordum ama hiç sıkılmadım. üç ay ayrı kaldık ama tahmin ettiğim kadar özlemedim. mesaj vardı o zamanlar. öyle internet filan lüks yani. beş bin sms, on bin sms ile idare edilen yıllardı. beni hiç yalnız bırakmadı o dükkanda. çok uzaklardan yanımda oldu her zaman. hakkı ödenmez. postacı bizim mahalleye girdiğinde bütün esnaf bana bakar gülerdi. bilirlerdi ondan bir mektup geldiğini. postacıyı da sevdim ve her zaman mektubumu hazır ettim. yorulmasın diye. geldiğinde verirdim. bir gün bir şey oldu ve benim on bin adet olan aylık mesaj hakkım on bir bine çıktı. bin kere daha seni seviyorum diyebileceğim için o kadar heyecanlandım ki hala hatırlarım. o zamanlar aşkımı seni seviyorum diye ifade ederdim. büsbütün. tümüyle. öyle detaya inmezdim. seni seviyorum derdim. herhangi bir noktaya haksızlık etmemek için. seni çok seviyorum da demedim. çoğuna gerek duymadı. sevdim. yetti. azına çoğuna bakmadı. ne kadar diye bile sormadı. 

günler böyle geçip gitti. hasta oldum bana çorba yapamadığı için ağladı. yalnızdım yakınımda olamadığına ağladı. üç ay görüşemedik. özledi ağladı. ben o yaz on altı yaşıma girdim. daha kaç doğum günün ben yanında olamadan geçecek dedi. ağladı. ben ağlamadım ama. esnaftık. yakışmazdı. üç ay bitti. otobüs geldi. hiç olmadığı kadar uzun bir yoldan aştiye gitti. ya da bana öyle geldi. daha otobüsten inmeden gördüm. baktım ağlıyor. indim. sarıldık. sarılmaksa öyle hikayeden değil. gözyaşlarına kadar. ben artık on altıydım. o daha on beş. ve aşıktık. çankayaya baktık. bu sefer gülüyorduk. umudumuz vardı. ben artık esnaftım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder