8 Şubat 2017 Çarşamba

bir ara

Mucize var mıdır? Evet. Kesinlikle. Ama kapsamını biraz daraltmak gerek. Çoğu konuda mucize yok ki zaten gerek de yok. sadece bizim hayal gücümüzün sınırı var. Belki de düşüncelerimizi sınırlıyoruz. Bilerek. Ve isteyerek yani. Korkudan mıdır bilmiyorum ama bir şeyleri mucize sınıfına sokarak üzerine düşünmekten kaçınıyoruz. Kaçınmak da az kaldı şimdi. Kaçıyoruz. İşte temkinli olmakla ön yargılı olmak arasındaki fark burada. Kaçmak ile kaçınmayı ayıran temel mesele. Ön yargılarla yaşanmaz. Hayatımızı ya da kendimizi alıp şuradan şuraya götüremeyiz. Öylece kalırız. Issız bir adada. Çevredeki denizler ön yargı dalgalarıyla öyle bir kaplanmıştır ki hiçbir gemi kıyıya gelmeyi bırak açıklara dahi yaklaşamaz. Öte yandan kaçınmak fıtratdan ileri gelirken kaçmak bir tercihtir. Kendi tercihlerimizle kendimizi neden ıssız bir adada mahsur bırakırız ki. Ve akla bir ada geldiğinde neden bu ıssız bir ada olmak zorundadır anlamak mümkün değil. Bir adayı bile üç beş kişi ile paylaşamayacak kadar ne yaşamız olabiliriz. Neden benciliz. Neden korkağız. Neden kaçıyoruz bu denli. Hem de tercih ederek. Hem de kasten.


Amaç yalnız kalmak da olabilir. Ama sabahın köründe bomboş bir metro istasyonunda daha mı az yalnızız. Ya da bangladeşin bilmediğimiz bir sokağında yürümek ile ıssız adayı farklı kılan ne olabilir. Ulaşılmaz olmayı istemekse mesele. Alplere çıkalım gel. Kimsenin çıkmadığı bir yoldan hem de. Sonra bir ağaç bulalım. Kar gövdesine kadar uzanmış bir ağaç olsun. Sırtımızı verelim. Gözlerimizin tam içine bakalım. Ya da işte ne bileyim. Norveçe gidelim. Bir tekne kiralayalım. Açılalım biraz. Olta takımlarımız bile olmasın işte. Mesele sadece hafifçe açılmak olsun. Sabaha karşı çıkalım yola. Vakit geçirelim.  Karanlık çöksün. Kafanı kaldır. Dolunaya bak. Biraz sağa dönerek. Boynundaki damarları izleyeyim. Hiç dokunmam sana. Bir iki yudum su içsen bile mesela. Dudağının kenarında su damlası kalmış derim. İnan. Google a dünyanın en ıssız yerleri yazalım. Tek tek gidelim işte. Hiçbirini atlamadan. Sadece ufacık bir umut için. Sen varken ıssız bir yer bulamam ben dersin belki işte ne bileyim. Demesen bile ki zorunda da değilsin zaten. Yine de yanında olurum. Meraklanma. Mesele duymak da değil zaten. Hissetmek.

Hiç merak etmez misin sen. Güneş her yere aynı mı doğar diye. Gidelim bir yerlere işte güneşi izlemeye. Kalabalık da olabilir. Pekinde trene binelim. Uzaktan birbirimize bakıp gülelim. Birkaç milyar insanı hiçe sayalım. Kokunu duyamadığım zaman telaşlanıp etrafa bakınayım. Kötü mü. Fena mı. İmkansız mı. Değil. İnan ki değil. Ama inan demekle de inanılmıyor değil mi. Seni bir kez göreyim de ondan sonra kalabalıklara karışalım. Gam değil. Keder hiç değil.

İstanbula gidelim ve muhakkak yapalım bunu. Mutlaka bir bank buluruz. Boğaz kenarında. Çay içmeye. Simidimiz de olur. İstersek tabii. Yiyebildiğimizi yeriz. Gerisi de martıların hakkı olur. Göz hakkı diyorlar. İşte ondan. Gözün bile hakkı var işte bu memlekette. Gönlün de hakkı vardır elbet. Bilmek gerek. Bilmiyorsak da öğrenmek. Ne güzel şeydir aslında öğrenmek. İyi bir şey öğrenmek de değil mühim olan. Bilmek sadece. Anlamsız rüyalar peşinde koşmayı engelleyecek tek bir şey varsa o da öğrenmek ve pek tabii bunu bilerek yaşamak. Zor. Ama gerek. Birbiri ile karıştırılan iki şeyden bir tanesine her zaman yazık olur. Kıymeti bilinmez ya da gereğinden az bilinir. Ayırt edelim. Bu önemli bak. Ve önemli ile hayati çok karıştırılır. Dikkat etmek gerek.

En sonunda da bir evimiz olsun. Bir iki oda çok değil. Ama ayrı odalarda nefes almaya tahammül edemeyelim. Çok mu romantik oldu. O zaman ayrı odalarda olduğumuz zaman rahat hissetmeyelim. Bir şeyler olsun yani. Aynı odada olmadığımızda. Çok mu. Kesinlikle değil. Yaşayalım işte. Bir şekilde. Bir yerlerde. Neresi olduğu mühim değil. Şimdi kalk ve bir çay yap kendine. Çok az da süt koy. Hem beni hatırlatsın. Hem de ağzın yanmasın. Kıyamam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder