28 Şubat 2017 Salı

e

şakaklarının iki yanına kırlar serpilmiş. dört köşeli bir kırsalı andıran kafasından hafifçe süzülen teri sildi önce. bütün işini gücünü bırakıp da teri silmeli işte. garip bir motivasyonu var. bu ter silme işinin. vücut sanki kendine kanıtlar gibi. çalıştığını. meşguliyetini. kısacık bir an da olsa kat ettiğin mesafeyi düşünmek için tahsis edilen bu süreci, olabildiğince iyi değerlendirmeli. doğru noktalara temas edilerek hız, zamana bölündüğünde. optimum mesafeye ulaşılmalı. en azından başladığı noktadan hali hazırda bulunduğu konuma kadar gelebilmeli insan. elinde olmayan ve de olamayacak olan belirlenmiş periyotları fırsata çevirerek yoluna devam etmeli. ve gereklilik kipi hak ettiği değeri görmeli. mendilini cebine koydu. bunun için biraz acele ediyordu. elimle silse idim sanırım biraz daha zaman kazanmış olur. bu sayede işim daha erken biter. ben de daha önce ayrılabilirdim bu masadan diye düşünerek. mendili katlamadan cebine koydu. katlasa idi eğer daha da fazla zaman kaybedeceğinden çekiniyordu. öyle pek fazla çekimser biri sayılmasa da zaman konusunda çok titizdi. ve titizlik bazen insanı çekimser olmaya zorluyor. yapmak istediklerine engel oluyor. sandalyesini çok az sağa kaydırdı. yeleğini hafifçe düzeltti. gözlüğünü biraz daha itti yukarı doğru. burnu ile alnının birleştiği yerde yıllardır oluşan iz hizasına getirdi. hem gözlük hem de kendisi hissedilemeyecek bir rahatlığa kavuştu. refleksler biraz da böyle işte. çaktırmadan gelir kurulur bünyeye. daktilosunu kendine doğru çekti. hangi kelimede kaldığına baktı. hangi cümlede kaldığına baktı sonra. yine de hatırlayamadı. ne hakkındaydı yazdıkları. şaryodan kağıdı çıkarıp tekrar tekrar okuması gerekecekti bütün yazdıklarını. olacak oluyor işte diye geçirdi içinden. kaybedecek zamanımız varmış. ve madem öyle. aklının takılıp da kaldığı. elinin sürekli cebine gitmesine sebep olan mendili çıkardı. güzelce katladı. yavaşça ve dikkatlice tekrar cebine koydu. her şey yerli yerinde ve her şey uygun düştüğü ölçüde olmalıydı. matematiğe inancım giderek azaldı. matematiğin biraz haylaz biraz da yalnız bırakan elemanı. bir eksiltmesi gerekirken yapayalnız bırakanım. çok fazla matematik yazmışım diyerek kağıdı buruşturdu. çok fazla yalnız kalmışım diyerek kağıdı çöpe atmadı. yanına bıraktı. kısa süreliğine de olsa kağıda baktı. çok fazla kağıt buruşturmaya başladım diyerek eline aldı. sonra açtı kağıdı tekrar. buruşturulduktan sonra tekrar açılan kağıt ifadesine daldı gözleri. bu denli de olsa iz bırakabilmek adına yazmalıyım. ifadenin sonsuzluğuna bir eklenerek hem yok olmalı hem de sonsuzluğa dahil olmalıyım dedi. ve artık içinden söylemiyordu bunları. kısık sesle. ve giderek artan bir şiddetle. beni de alın aranıza lütfen. ifadesel sonsuzluk. yalvarıyorum size. bağırmaya başladığını fark ettiğinde hemen bıraktı konuşmayı. kenarda duran kağıtlardan bir tanesini alarak güzelce yerleştirdi yerine. sanırım bir karakter oluşturmak gerek. içinden geçenleri söylemek için oluşturulmuş bir karaktere ihtiyaç duymak acınası olsa da bazı zamanlar sahiden gerek. yazmak istediklerimi daha rahat ve daha az kendimle çelişerek yazmak için bir karaktere ihtiyaç duyuyorum. hem ben yazıyorum hem de bütün sorumluluğu karaktere yüklüyorum. sorumluluk almaktan kaçınan biri olmasam da iş ifade etmeye geldiğinde titizlik kaynaklı çekimserlik kendini gösteriyor. onu da geçtim gelip de gözümün önünde beliriyor. görmezden gelemiyorum. ancak karakter öyle mi. iki yıl sonra okusam bile bak neler söylüyor diyebilirim. raskolnikov mu yoksa dostoyevski mi daha sorumluluk sahibi sizce. suçsuz bir insanı öldürmekte. hem söyleyeceklerime sahip çıkacak hem de bütün sorumluluğu üzerine alacak bir karakter bulmak oldukça zor. ki bundan hiç haberi olmayacak oluşturacağım karakterin. mevsimlerce yaşasa da. iyi tarafından baktığında ölümsüz bile olsa. haberdar olmayacak. yaratıcısından. bu en acıklı şey olsa g. tam burada tırnağı kırılıyor. kaç kere de söyledi oysa kendi kendine. sinirli şekilde oturduğun vakit daktilonun başına. tırnaklarını kontrol etmeyi ihmal etme. e harfini dünyaya duyurmaya yarayan tuşun kenarından aldı kırılan tırnak parçasını. ayağa kalktı. 



her ne hikmetse. çöp kutusunun az üstüne bir ayna yerleştirmişti. hayatından çıkardığı şeyleri çöpe atarken kendi yüz ifadesine bakıyordu. emin olamaz ise. eğer. hayatından çıkarmak istediğine. tekrar geldiği yere dönüyordu. bunu da nereden çıkardığını tam olarak bilmese de. pişman olmayı sıfıra indirme gayretlerinin bir sonucu olduğu kesindi. kendi yüzüne bakmadan emin olamamanın cefası belki de. nihayetinde bir aynası vardı. mutfağın köşesinde duran çöp kutusunun az üzerinde. tam olarak göz hizasına bile takmamıştı. hafifçe eğilerek attığından mıdır çöpleri bilinmez ama hafifçe eğildiğinde yüz hizasına gelecek şekilde ayarlamıştı. yaşlılığı hiç hesaba katmadığı buradan belliydi daha. on yıl sonra eğilerek çöp atabileceğinin garantisini kim verebilir. hakikaten. bunlar göz ardı edilmemeli. ve gereklilik kipinin kıymeti bilinmeli. 




odasına döndüğünde ne kadar havasız bir ortamda çalıştığına ve buna rağmen hiç baş ağrısı çekmemesine şaşırdı. gitti pencereyi açtı önce. sonra sandalyesinin kenarına oturdu. ne yazdığını yine unutmuştu. kağıdı şaryodan ayırdı. gülmeye başladı. beyne oksijen gitmediği besbelli. bunlar yazmayı bırak akıldan geçmeyi dahi hak etmiyor diyerek. kağıdı buruşturdu. yanına koydu. aynaya bakmaya gerek duymadan hayatından çıkarmayı istemediğine karar vermişti. ne kadar da ikircikli. ne kadar da değişken olduğunu. hayatındaki her şeye karşı aynı mesafede kalamadığını. anladı. aslında yazmak zorunda da değilim. olmuyor ki olacak gibi de değil zaten. belki bir on sene sonra yeniden deneyebilirim. hatta o vakte kadar kısa notlar alarak tekrara düşme kısmını azaltır. farkındalığımı artırır. bir miktar imla öğrenir. kalemimi kuvvetlenir. döner gelirim. bu masanın başına. daktilomu çıkarır. önce tırnaklarımı keserim bu sandalyenin üzerinde. sonra da yazmaya başlarım. pencereden gelen hava zihnimi açtı diye sevinerek daktilonun çantasını aramaya gitti. 

22 Şubat 2017 Çarşamba

apaçık

yeni nesil sızlanmalarım var. o kadar da yeni nesil değil aslında. eskiye göre daha yeni nesil. şimdikine göre biraz daha eski nesil oluyorum. ortalama bir nesil de diyebiliriz. facebook filan ilk çıktığında bilgisayarı olan nesilim işte. ancak. ve ancak snapchat dedikleri şeyin de ne olduğunu bilmem. böyle bir neslin sızlanışı olacak olmakla birlikte kocaman bir nesli iki üç kıytırık uygulama ile tanımlamak da sanırım tam da bizim nesle özgü bir şey. olmasa da. ki olacak gibi de değil zaten. akıl kabul etse. içeriye sinmez. içeriye sinmeyen de kalıcı olmaz. kalıcı olmayan da uçar gider. uçup gidecek bir şeyinse derdine düşmek. tasalanmak. kaygı gütmek. gereksiz. faydasız. bir iki niteliksiz nitelik daha işte. ekleyelim. içimizden. bazen bir kelime yazacak olsam da yazmam. daha sonra okurken daha güzel bir kelime aklıma gelir diye. başkası okursa kendisine uygun düştüğü ölçüde içinden geçen başka bir kelime kullanır belki diye. kim bilir. orada bir kelimenin eksik yazıldığının farkına varan birisi çıkar bir vakit. günün birinde. bunlar mümkün şeyler. en azından akılların henüz bu denli körelmediğini düşünüyorum. yani bu ihtimali sıfıra düşürecek kadar.

kendimce yeni nesil sızlanmalarım var. sızı belki de. bilmiyorum. acı eşiğim düşük belki de. emin değilim. tam da hassas noktalara denk geliyor belki de. bu da bir ihtimal. illiyet bağına kafayı takmaktan vazgeçerek sonuca yöneliyorum. sızlanmalarım var. bir sabah uyanıyorum. birisi bir şarkı paylaşmış mesela. ben onu gün boyu dinliyorum. bir daha şarkı paylaşana kadar dinliyorum. yarın yokmuş. başka şarkı kalmamış gibi dinliyorum. dinlemekten midem bulansa. aklım karışsa. işlerim aksasa da dinliyorum. hayatımda dinlediğim en saçma ritme de sahip olsa. bana en ufak şey katmayacak da olsa. biraz daha sızlanma ekliyor da olsa. dinliyorum. tam şu anda da dinliyorum. sahiden sevmedim. ama dinliyorum. gittikçe nefret ediyorum. ama dinliyorum. birisi ile aidiyet kurabildiğim tek şey olduğundan belki de. telefonuma yükledim. dinliyorum. kaç yıllık telefonumda yedinci şarkı olarak yerini alan bir şeyi. tiksinerek dinliyorum.

yeni nesil sızlanmalarım var. başkasına aşık olmuş mesela. hayatım boyunca bir daha aşık olamayacak gibi hissediyorum. ki bu da bir sızlanma mesela. öyle az bir şey de değil. yokluk çoktur. varlığı alır götürür. geriye kendisi kalır. yokluk. kara delik gibi. çeker içine. ümidi.

çok nadir de olsa şuna üzülüyorum. eskisi kadar sızlanmıyorum. eskisi kadar etkilemiyor beni. bana ne ki. ne olacaksa olsun diyebiliyorum. hayatıma devam edemem gibi gelmiyor. her şey bitmiş gibi hissedemiyorum. kendimi karanlığa sürükleme işini daha acemice yapabiliyorum. var olan kelimelerden daha fazlasına ihtiyaç duymuyorum. fazlasını isteme. üretme uğraşına girme telaşım kalmadı. çok nadir de olsa buna üzülüyorum. sürekli olarak şunlu bunlu. birli şeyli konuşuyorum. tanımlamak hem gereksiz hem de yorucu olmaya başladı. tanım içten gelmeli. kendiliğinden var olmalı. ben sana tanımlar sunamam. sunsam bile ki yapamam. anlayamazsın.

yine de anlatayım hadi. anla diye yazmadığım belli olsun diye. bazen karanlık daha karanlık olur. daha siyah gelir. hatta siyah değil de siyah karanlık gelir. karanlık daha da siyah gözükür gözüne. siyahı göremesen de karanlık belirir gözünün önünde. işte şubat böyle bir ay. şubatın sonları böyle zamanlar. beş yıl önce. şubat sonları. bir gece. karanlığa bakmaya başladım ben. ama öylesine değil. bir şey görme umuduyla bakıyorum. karanlık ve ben. bakışıyoruz. benim nefeslerim hızlı hızlı. kalbimi duyuyorum. karanlık çok daha sakin. böyle olaylara alışmış karanlık. üstünü örtmüş belki. belki de bunlara tanık olmaktan kararmış. bilmiyorum. umursamıyorum. sıkıldım. burada bırakıyorum.

17 Şubat 2017 Cuma

taslak

taslak oluşturmak inanılmaz önemli bir şey. yeri geldiğinde ise inanılmazın ötesinde. aşırı unutkan biri olduğum söylenemez hatta hafızamın kuvvetli olduğu da konuşulur eş dost arasında. ancak iş yazmaya geldiği vakit yani yazmayı iş edindiğinde. taslak oluşturmak inanılmaz önemli bir şey haline geliyor. diyelim ki kaldırımda bekleyen birini gördün. ya da kaldırımda duran birini gördün. kaldırımda gördüğün herkesin birini beklediğini düşünme ön yanılgısı içerisine girdin. seni de oradan çıkaramadılar. sonra da gelip kaldırımda bekleyen birini gördüğünü iddia ettin. es kaza. şansına. sahiden de birini bekliyor olsun. kaldırımda gördüğün kişi. sen kaldırımda yürürken. adımlarını yavaşlattın biraz. bekleyen ve beklenenin karşılaşma anına şahit olmak için. belirli bir amaçla. kasten. yürüyebildiğin en yavaş şekilde yürüdün. bir taraftan fazla da  abartmayayım bu yavaşlama işini diye düşünerek. sonra insanlar bu neden yavaş yürüyor diye geçirmesin aklından. insanların aklından bile geçmeye tahammülünün kalmadığı bir günde. dikkat çekmeyecek ancak tahminden yüksek olasılığa ilerleyen bir karşılaşma anına da şahit olma ihtimalini artırmaya çalışarak. yürümeye devam ettin diyelim. bunlar biraz varsayım. biraz da başka şeyler. ve sonsuz tane biraz bir araya gelse bir tüm etmez. tam. bütün. bunlar elde edilebilir şeyler değil zaten. sen ulaşamazsın.

8 Şubat 2017 Çarşamba

şikayet

bir iki şikayetim var. zaten kimin şikayeti yok ki. şimdi düşün. her gün uğradığın bir büfe var. her allahın günü uğrayıp aynı şeyleri aldığın. aynı günaydın. aynı teşekkür ederim ve aynı kolay gelsinler. her ne kadar sen aynı şeyleri yapsan da. büfe bu büfe. senden başka gelenler var mesela. büfede karşılaştığın her yeni kişi. o günü farklı kılan kişi. ve ben genellikle günümü büfede karşılaştığım kişiye göre şekillendiririm. gün içerisinde vazgeçemediğim hatta ihtiyaç duyduğum belirli bir düşünme süresi var. işte bu düşünme süresini büfede karşılaştığım kişiye göre yönlendiririm. daha dün. büfeye gitmişim. aynı istekler. aynı sözler. falan. biraz oyalanıyorum. birisi daha gelsin de kendi düşüncelerimle baş başa kalmayayım. biriyle karşılaşayım da o büfede. kendi düşünmek istediklerimi düşünmeyeyim diye. biraz daha bekliyorum. birisi geliyor çok bekletmeden. öyle fazla bir giriş cümlesi sarf etmeden. isteklerini sıralıyor. büfe de istediği ne varsa ona sunuyor aslında. teşekkür bile etmiyor. sonra 'ya arkadaş bu da olur mu' diyor. şimdi bu 'ya arkadaş bu da olur mu' soru cümlesi değil. büfe ile ilgili bir sitem cümlesi de değil. bu cümle birisi benimle iletişime geçsin. çok yoruldum. şikayetlerim var. ve bu şikayetlerimi kendi içimde düşünmekten bıktım. birileri ile konuşmak. en azından sesli olarak bu şikayetlerimi dile getirmek istiyorum demek. daha önceden tecrübem olduğu için hiç ses etmedim. bir şey söylesem. eğer. sonu gelmeyen bir sitemle karşılaşacağım. biliyorum. büfe. o benden de tecrübeli. o duymuyor bile artık böyle şeyleri. 'ya arkadaş bu da olur mu'. cümlesini kuran arkadaş. bir geri dönüş ya da herhangi bir tepki duyamadığı için uzaklaşıyor. içten içe şikayet etmeyi sürdürerek.

laciverde dair

şimdi hala
öldün mü kaldın mı diye soranlar oluyor
sen kalmadın, ki
bense bir daha ölemem muhtemelen
çıplak bedenini soğuktan korumaya çalışan bir şehirde
bütün özgürlüklere rağmen
mahkumunum
bütün o mevsimleri
yerin dibinden izliyorum
bir mektup vardı ya, senden, hiç ulaşamayan
inan hala bekliyorum
mavi bir renkse eğer lacivert daha da renk
işte şimdi söylüyorum
çok mu geç
çok mu uzağız birbirimizden
sahiden öldüm mü ben
tabutumun çivilerini kendi ellerimle mi çaktım
kendi taziyemde yapayalnız mı kaldım, söyle
ama bak yüreğimin üzeri açık kalmış besbelli
çünkü artık ben
önce kalbimden başlayarak üşüyorum.

aslında olurdu aslını bilmediğimizden

şimdi desem ki, bir gece vakti
öyle bir kere görmekle
olmaz deme
dinle, tanırsın belki
istersin sen de
okusan sadece
duyar mısın
şanssa eğer bunun adı
ya da bir lütuf
her ne ise işte
bir tahammül belki
fazla mı
gereksiz mi
olmaz mı
duymaz mısın

bir ara

Mucize var mıdır? Evet. Kesinlikle. Ama kapsamını biraz daraltmak gerek. Çoğu konuda mucize yok ki zaten gerek de yok. sadece bizim hayal gücümüzün sınırı var. Belki de düşüncelerimizi sınırlıyoruz. Bilerek. Ve isteyerek yani. Korkudan mıdır bilmiyorum ama bir şeyleri mucize sınıfına sokarak üzerine düşünmekten kaçınıyoruz. Kaçınmak da az kaldı şimdi. Kaçıyoruz. İşte temkinli olmakla ön yargılı olmak arasındaki fark burada. Kaçmak ile kaçınmayı ayıran temel mesele. Ön yargılarla yaşanmaz. Hayatımızı ya da kendimizi alıp şuradan şuraya götüremeyiz. Öylece kalırız. Issız bir adada. Çevredeki denizler ön yargı dalgalarıyla öyle bir kaplanmıştır ki hiçbir gemi kıyıya gelmeyi bırak açıklara dahi yaklaşamaz. Öte yandan kaçınmak fıtratdan ileri gelirken kaçmak bir tercihtir. Kendi tercihlerimizle kendimizi neden ıssız bir adada mahsur bırakırız ki. Ve akla bir ada geldiğinde neden bu ıssız bir ada olmak zorundadır anlamak mümkün değil. Bir adayı bile üç beş kişi ile paylaşamayacak kadar ne yaşamız olabiliriz. Neden benciliz. Neden korkağız. Neden kaçıyoruz bu denli. Hem de tercih ederek. Hem de kasten.

versascus

Zamirleri sevmeye başladım. Önceden anlamsız ve ifadesiz bulduğum bir şey olmasına rağmen son zamanlarda bir yerlerden başladım sevmeye. Zaten hep böyledir. bir anda. bütünüyle sevemezsin. Ya da ben yapamam en azından. Olsa bile. Yani diyelim ki böyle aniden bütünüyle sevebilen birisi var. Pek güven vermez bana. Neden versin ki hem de. Kimse bana güven vermek için yaşamıyor. Ben de kimseye güven vermek için yaşayacak değilim. Bir yandan da ben güven veremem zaten. Ancak bana güvenilebilir. Böylesi daha iyi. Daha sağlıklı. Daha sağlam. Daha bir şeyler işte. Yine sonu gelmeyecek bir döngüye girmiş gibi. Şöyle çok kapsamlı bir sıfat filan bulsalar da kurtulsak artık. Var olanları biliyorum. Merak etme. Şu sıfat da çok kapsamlı aslında diye aklından geçmesin hiç.

iki sigara içimlik

her şeyin bir hikayesi var galiba. yani neden olmasın ki? bir hikayeye sahip olmak zor değil. bir şeyi başka bir şeyden ayırt edebilecek bir ölçüt de değil. sadece bir şeyin hikayesini tamamıyla bilmek zor. bir hikayeyi bilmek içinse ya anlatıcı olacaksın ya dinleyici ya da hikayenin kahramanı.

üçüncü derece

.


aniden çıktı karşıma kentakili kartal fahri. eryamanda tanıştım kendisi ile. fahri hadi kartal olabilir de kentaki ne olum diyorum. hiç sorma abi ben de bilmiyorum aslında benim içim temiz ama arkadaş çevrem kötü diyor. dur lan hemen satma arkadaşlarını diye telkin ettim. hiç mi merak edip de bakmadın. neresi bu kentaki diye sormadan önce. yok abi zaten internet kafeye ne zaman gitsem yarım saatlik açtırıyorum onda da kız mız peşinde koşuyoz işte diyor bana. iyi lan siktir et zaten kentaki ne amınakouim diyorum. arada bir samimiyet oluşturmak istersem ilk adımı küfürle atarım ben. ve bana göre en samimi ilk adımdır küfür. öyle bakış makış hikaye yani. hatta güzel bir konu bulur siktir et derim. bu önemli bak. yani ilk adımı küfürle atan kişiler için. neyse haklısın abi diyor amerikadamıymış neymiş zaten bilsem nolacak madalya mı takacaklar beş lira mı fişekleyecekler diyor. harbi adamsın fahri diyorum yok mu buralarda çay çorba içebileceğimiz bir yer gel sana oralet ısmarlayayım diye diretiyorum kartal fahriye. çocuk da yok abi ne gerek var abi filan diyor. olum oraleti sevmiyorsan söyle çay da ısmarlarım ha diyorum. hatta siktir et sen onları gel kivi içelim diyorum. bu ikinci siktir et ile aşırı samimi bir hal alıyoruz. hemen akabinde de kendimizi acayip bir yerde buluyoruz. yani çay ocağı desem değil. kahvehane desem değil. bir iki değil daha işte. kafe değil. avm değil. kumarhane ya da kıraathane de değil. kentakili kartal fahrinin her zaman geldiği yer burası. masalar sigara yanığı. kafası kesilmiş pet şişeler kül tablası filan. lan fahri bu ne mk bizi sikmesinler burda diyorum. yok abi ayıp ediyon semt bizim diyor. semtini yerim fahri şimdi burada iki kivi sipariş etmem ben diyorum. git adamın kulağına yavaşça iki kivi diye fısılda çabuk. mırın kırın edecek gibi oluyor ama parlıament paketini sıvazlamaya başladığımda çoktan kalkmıştı masadan. iyi çocuk bu fahri. kiviler dumanı üzerinde gelirken diyorum ki fahri yak lan hadi bir tane. ama bak on sekiz yaşından küçüksen söyle. yok abi ne on sekizi askere gidecem diye götüm tutuşuyor diyor. al la tamam yak o zaman diyorum tam da kivilerin kokusu burnuma gelirken. ee fahri sen ne ayaksın olum insanın askere gideceğim diye götü tutuşur mu hiç. bu mu senin olayın filan diye darlıyorum azıcık. yok abi vatan borcu namus borcu seve seve giderim ama şu aralar maddi durumlar sıkışık on iki ay boyunca da bir şey kazanamayacak olmak beni düşündürüyor diyor. tabii ki tek seferde ve bu kadar düzgün ifade etmiyor ama olayın özeti bu. para la para. dolar molar da değil. ekmek parası. neyse fahri siktir et sen bunları düşünme her iş olacağına varır diyerek üçüncü siktirimi çekiyor ve abi kardeş olduğumuzu zımnen ifade ediyorum. hadi kentakiyi geçtim bu kartal ne lan diyorum. gözünde on beş derece gözlük. uçuyon mu yoksa sen? abi diyor allahtan kivi mivi yoktu ağzımda yoksa püskürtürdüm ha üzerine. ne uçması ben yüzmeyi bile bilmem hatta deniz görmedim ömrümde. ankarada deniz yok ya ondan diye ekliyor sonuna kıs kıs gülerek. olum aynı resimde göründüğü gibi deniz. görmekte bi bok yok yani önemli olan kokusu diyorum. o daha güzel bak. bir gün denize filan işin düşerse bakma mal mal. gözlerini kapat ve kokla. abi ben gözümü kapatmam gözün açık olacak bu devirde götü kollayacan diyor. haklısın lan fahri. aferin diyecek oluyorum ki sigaralarımız bitiyor. kül tablası diye önümüze koyulan pet şişeden bozmaya sallıyoruz izmaritleri. abi be diyor bir tane de kulak arkası versen. yolluk niyetine. gidiyon mu lan fahri ne bu acele. abi iş güç işte. ustam kızar sonra diyor alelacele. bir yandan da gözü sigara paketinde. içinden çıkarıp bir tane alıyorum yavaşça. bu benim yolluğum olsun kentakili kartal fahri gerisi de senin artık yolda mı içersin sabaha mı bırakırsın sana kalmış. kral adamsın be abi diyor. bu arada senin adın ne? işte fahri diyorum. işte onu tamamen siktir et. hadi yolun açık bahtın güzel olsun. londraya yolun düşerse bul beni diyorum en son. gülerek uzaklaşıyor. şaka yaptım sandı galiba. güzel insandı kentakili. sevdim. saydım. imrendim de. işine gidecek diye birazdan. yevmiyesini alıp akşam eve geçecek oradan. sabah yine işe. sonra askere. kalp kırıklıkları olacak. nacizane. gelecek evlenecek fahri. düğün yapacak. kendi semtinde. çocukluk arkadaşlarıyla karşılıklı oynayacak. nihayetinde yine çalışacak ama. bu sefer hem ekmek parası hem de düğünden kalan borçları ödemek için. halının taksiti biter bitmez tüplüden lcdye geçecek. akşam meyhaneden geç döndüğünde daha az azar yemek için yapacak bunları. bulaşık makinesi siemens olacak fahrinin evinde. armatürler e.c.a. perdeler zebra stor olacak ki haftasonu bir şeyler yapabilsin çocukluk arkadaşı manav mustafa ile. şahane adamsın be kentakili kartal fahri. vesselam.

entüistyonist

anlamsızlığını başlığından alan bir blogum var. hiçbir şey tam değil. biraz. ve bu eksikliklerin ne olduğu belli değil. şey.

ben değil bir arkadaş

kış geliyordu. en son bıraktığımda öyleydi yani. kış geliyordu. kocaman bir güz mevsiminin sadece gelecek olan kışa hazırlık olduğunu düşünmeden edemiyordum. kış gelirken işte. sadece bunlar vardı aklımda. güz ne ifade ediyordu. bu sarılık nedendi. bütün canlıların kıştan beklentileri ancak hazırlanmak suretiyle mi karşılanabiliyordu. sonra bir anda olanlar oldu. kış geliverdi. kapımızın önüne geldi. çatımıza bembeyaz kondu kış.

subito

Birazdan en hızlı yazabildiğim kelimeler ile bir şeyler yazacağım. Az sonra. Klavyenin ortasındaki harfleri kullanacağım sıklıkla. En az yüzde altmış oranında yapacağım bunu. Çünkü vakit mühim. Bak işte önemli yerine mühim yazdım. Bu da bir gösterge. Dikkat edersen fark edemeyeceğin şey yok. Ya da az. Tahmininden hallice en azından. Hiç yoktan.  Göstergelere dikkat etmek gerek. Bir de ayrıştırmak. Kasten yanlışa yönlendiren göstergeler ile dolu piyasa. Ve piyasa büyük artık. Dünya diyen de var. Piyasayı daha hızlı yazabildiğimden işte. Yoksa neden dünya yazmak yerine piyasa yazayım. Harf sayısı fazla bir kere. Bu arada boş yere iki dünya, iki de piyasa yazdım. Zamanı kaybetmekten başka şansımız yok galiba. Şans yazınca da olumlu gibi oldu. Başka şanssızlığımız yok sanırım. Bu da her zamanki kullanımın dışında oldu. Olsun. Varsın.

kelime enflasyonu

bir yazıya başlamak zor. bitirmekse imkansıza yakın. en son noktanı koydun diyelim. yine de bitiremiyorsun kafanda. en azından ben yapamıyorum. yazdıklarıma yazı. en sondaki karanlığa da nokta diyebilirsek tabii. hemen her şeyin ön koşulu var galiba. her kelimenin. her noktalama işaretinin. öncesinde biraz bir şeyler olmalı ki sen o kelimeyi kullanabil. noktanı koy en sona. kelime kullanabilme eşiği olmalı. sarf etme ölçütleri olmalı. bazı kelimelere yazık edildiğini düşünüyorum. amansız şekilde kullanılmalarından. marjinal diyetlere tabii tutulmalarından. melankolik açlığa aperitif olmalarından. dertliyim. savruk kelime kullanımından.

sculpture




uçları varsa eğer hislerin. ya da sınırlar çizebilirsek duygulara. tanımlayabilirsek birine karşı ne hissettiğimizi. işte o zaman. aşktan bahsetmek gerek biraz. biraz dediysem azlığından değil. bahsedilebilirliğinden. ya da bahsini açacak tahammüle ulaşılabilirliğinden. diyelim ki biri var. ki gerçekten de birileri vardır her zaman. az da olsa çok da olsa muhakkak birileri vardır. biraz bir şeyler hissetmek için. sürekli birileri girer aklına. yavaşça. çaktırmadan. göz ardı edilerek gelir kurulur gecelerine. sonra bir şiir okursun mesela aklına gelir. bir gün doğumu izliyorsun diyelim. o kızıllığın güzelliği cezbetmez seni. onun kadar güzel değil der. onu düşünmeye başlarsın yine. ya da bir dağ başındasın. en temiz, en ferah havayı soluyorsun. çam kokuları sarmış etrafı. keşke dersin. yanımda olsa. paylaşabilsek havaların en temizini. berrak bir pınar bulsak da ellerimle su içirsem. işte bu sürekli olarak akla düşme aşaması. senin fark etmen gereken zaman dilimi. aşkı belki. ya da işte nasıl tanımlamak istersen. vuruldum diyen de var. gönlüme taht kurdu diyen de. aklımdan çıkmıyor diyen de var. seni düşünmekle başlayan cümlelerle edebi eserler ortaya koyan da.

sonrasında. aşkı tanımladın diyelim. bunun gerçekliğini ayırt etmek öyle pek mümküm gözükmüyor bana. nihayetinde kafanda kurduğun bir düzenekte. bir ilizyondan ibaret her şey. eğer aşıksan ve bu gerçekse. bu ilizyona muhtaçsın yoksa elinde bir avuç hayal kırıklığı kalır. bu muymuş aşk dersin. biraz süslemek gerek. kendin için. endorfin için belki. neyse işte bir ilizyonun gerçekliğini tartışmak gereksiz. faydasız. ama hadi pragmatik de değilsin diyelim. romantiksin. duygu senin için her şey. belirli bir kâr etme amacı gütmüyorsun. bir duyguya sahip olurken. ya da duygunun sahip olunacak bir şey olmadığını düşünüyorsun. ki o da olumlu.

tarih tekerrürden ibarettir ve her şeyin başı, sonu. yükselişi, zirvesi ve o zirveden inişi vardır. işte senin gerçekliğe en çok yaklaştığın yer o zirve. oraya ulaştığında bir de bakmışsın ki arkası boş. sonsuzluk. kafandaki fantezi aslında o zirvede bulunmuyor. sen de çıktığından daha hızlı inmeye başlarsın o zirveden. otokontrolünü kaybettiğin zamanlar düşersin uçurumlardan aşağı. işte bu düşmeler canını yakar adamın. acır. sahip olduğun acı eşiğine göre hissettiğin bir acı. kimisi dayanamaz. ağlar. kimisi bir miktar sessizlik ekler göz yaşlarına. kimisi bir miktar rakı ile pansuman yapar yaralarına. sonunda zemine ulaşırsın belki ama uzun süren bir yolculuk bu. uzun dediysem süresinden değil. zamandan ayrı değerlendirmek gerektiğinden. ya da o çıktığın yolda farklı bir zaman dilimine dahil olursun. işte zemine ulaştığında başta kendin olmak üzere hemen her şeyin değişmiş olduğunu görürsün. tabii görebilirsen. o zirve artık çok uzak gözükür gözüne. bir daha çıkmak için uğraşmazsın. hep bir dağın eteklerinde dolaşırsın. belki azmeder bir daha bakmak istersin. zirveye. o da sana kalmış.

5 Şubat 2017 Pazar

tempus dolere

hüzün o kadar da uzağımızda mı
yaprak ne hisseder düşerken
güz yaklaşırken korkar mı
haberi var mıdır
bir mevsimin, sonu olacağından